“ Suçluyu kazıyınız altından insan çıkar.”
Faruk EREM ( 1913- 1998 )
ÖZ
Suçlar ve cezalar insanlık tarihinin ilk gününden bu yana varlığı kabul edilmiş
kurumlardır. İnsanların çoğalmaya başlamasıyla da, insanların birbirlerine yönelik eylemleri, kin
duygusu ile müeyyidelendiriliyordu. Bu süreçte Platon’a göre “ birlikte yaşama zorunluluğundan
doğan “ devlet kurumu ortaya çıkmıştır. Fillere yönelik cezaların verilmesi yetkisi bireylerden
alınarak topluluklarca oluşturulmuş olan devlet kurumuna verilmiştir. Ancak müeyyidelerde belli
kuralların mevcut olmaması ise adaletsiz bir ortamın oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu sebeple
de cezalara makul bir ölçü getirilmesi amaçlanmıştır.
Bu çalışmada, tarihimizde mevcut cezalar ve cezaevlerinin gelişimi incelenmiştir.
Cezaevleri, bireylerin gerçekleştirmiş oldukları eylemler karşılığında kişisel özgürlüklerinin belli
bir süre ile kısıtlandırmak amacıyla bekletildikleri devlet binalarıdır. Çalışmada öncelikle İslam
Hukukunda uygulanan cezalar incelenmiş, ardından Osmanlı Devletinde uygulanan cezalar ile
cezaevlerinin Türk toplumunda doğuşu ve gelişimi değerlendirilmiştir. Son olarak da
Cumhuriyet döneminde infazda yaşanan gelişmelere yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler : İnfaz, İnfaz Hukuku, Ceza, Ceza Hukuku, Cezaevi, İslam Hukuku
ABSTRACT
Crime and penalty have been existing since the beginning of human history. With the rise
of the human population, the actions of people against others had been sanctioning by the sense
of resentment. According to Plato, in this process, the State became exist as arising from the
need of men for one another’s assistance. State which was constituted by the communities was
authorized with the penalizing for acts. This authority was taken from individuals. However, it
leaded to an unjust environment because there were no certain rules and regulations in the
sanctioning.
This study examines the penalties and penal institutions in our history. A prison is a state
facility in which inmates are denied a variety of freedoms in return for their actions for a certain
time period. In this study, firstly penalties in Islamic law are examined, later penalties in the
Ottoman Empire and the birth and development of prisons are evaluated. Besides that, the
Republican period is made subject for review and developments in executional processes in this
period are adverted.
Keywords :Execution, Law on criminal execution, Penalty, Criminal law, Prison, İslamic
law
I - GİRİŞ
Suçlar ve cezalar insanlık tarihinin ilk gününden bu yana varlığı kabul edilmiş
kurumlardır. İnsanların çoğalmaya başlamasıyla da, insanların birbirlerine yönelik eylemleri, kin
duygusu ile müeyyidelendiriliyordu. Fiillere yönelik cezaların devlet kurumuna verilmesi ile
adaletsiz bir ortamın varlığına sebebiyet vermemek ve kaos oluşturmamak gayesi ile cezalara
makul ölçüler getirilmiştir. Bu makul ölçüler her dönem farklı şekilde ortaya çıkmıştır. İslam
hukukunda makul ölçüler Kuran-ı Kerim esas alınarak oluşturulduğu gibi ilerleyen süreçlerde
uluslararası sözleşmeler, Anayasa gibi farklı kaynaklar esas alınarak oluşturulmaya başlanmıştır.
Ceza hukukunda genel itibariyle her dönemde cezalandırma işlemi dört aşamadan oluşmaktadır.
Bunlar, suç, ceza, yargılama ve infaz aşamalarıdır. Son aşama olan infaz aşaması takdir edilen
cezanın hayata geçirilmesi evresidir. Cezanın infazı olarak genel itibariyle insan aklında yer eden
düşünce hürriyeti bağlayıcı cezalardır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı ise, “ penoloji” denilen
konuyu oluşturur ki, bu 19’uncu yüzyılın ilk çeyreğinde Almanya’da Hamburg’lu doktor N. H.
Julius vasıtasıyla “ cezaevi ilmi “ olarak ifade edilmiştir. 1Bu bakımdan Alman hukukuna göre,
ceza infaz hukuku, hürriyetten yoksun bırakan ceza yaptırımlarının yerine getirilmesini ifade
eder. 2
İslam hukuku açısında baktığımız zamanda yine cezalandırma dört aşamadan
oluşmaktadır. Bu dört aşamadan infaz aşaması ise büyük bir önem verilmiştir. Bu suretle İslam
ceza hukukunda “ İnfaz yargılamanın bir parçasıdır, infaz olmayınca yargılama süreci de yok
sayılır” denilerek infaz hukukuna verilen önem belirtilmiştir. 3 İslam hukukunda had, kısas ve
tazir olmak üzere üç tip ceza şekli bulunmaktadır. Bu cezalar bedeni cezaları esas almaktadır.
Hapis ceza ise her ne kadar Kuran-ı Kerim’de belirtilmiş olunsa da sınırlarına ilişkin bir husus
belirtilmeyerek yaptırımı uygulama yetkisine sahip kişiye sınırları belirlemek yetkisi bırakıldığı
düşünülmüştür. Bu sebeple de İslam Hukukunda uygulamada çok fazla uygulanan bir ceza tipi
olmadığı için hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği yer anlamında hapishanelerden söz
edilememektedir.
Osmanlı Devletinde de uygulanan hukuk tipi İslam Hukukudur. Başlangıçta, İslam
Hukukunda hapis cezasının yaygın şekilde kullanılan bir ceza tipi olmaması sebebiyle hürriyeti
bağlayıcı cezaların infaz edildiği yer olan cezaevlerinden söz edilememekteydi. Ancak İslam-
Osmanlı Hukuku içerisinde yer alan tazir cezaları olarak adlandırılmış suç sayıldığı halde
cezaları tespit edilmemiş olan cezalar bulunmaktaydı. Tazir cezaları ölüm cezası, dayak, sürgün,
mahalleden ihraç, teşhir, para cezası, tazmin ve hapis cezası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Taziren cezalandırılan suçların Kuran-ı Kerim de belirtilmemiş olması sebebiyle padişah veya
onun yetkilendirmiş olduğu kişi suçun nitelik ve derecesine göre cezayı belirlemekteydi. Bu
bakımdan, tazir ve kanunnameler hapis cezasının başlıca kaynağını oluşturmuştur. 4 Hapis,
şüpheli veya sanığın yargı kararı ile bir yere kapatılarak hürriyetinin kısıtlanması anlamına gelse
de Osmanlı Devletinde bu uygulama daha çok bir ceza olarak değil, failin hüküm giyip cezasının
belirlendiği zamana kadar tutulma işlemi olarak uygulanmıştır. Bunun uygulandığı yer anlamına
gelen” mahpes “ her hangi bir yer olabilirdi Mahpes olarak kullanılan yerler, genellikle tersane, kale ve zindanlardır.
Yapılan araştırmalar neticesinde Spierenburg’a göre şehirlerde ilk hapishane Londra’da
1555 yılında kurulmuş iken bazı yazarlara göre ise 1595 yılında Hollanda’nın Amsterdam
şehrinde inşa edildiğini belirtmektedir. Başka bir grup yazara göre ise ülkenin İtalya olduğu
belirtilmektedir. Her ne kadar somut ve kesin bir yargı bulunmasa da Avrupa’da Osmanlı
Devletine göre yüzyıllar önce hapishane kurulmuştur. Osmanlı Devletinde ise ilk hapishane
günümüz tarihine çok yakın, 155 yıllık bir tarihe dayanmaktadır. Sultanahmet Meydanı’nda inşa
edilen ilk Osmanlı “ hapishane-i umumi “ si 1871 yılının Ocak ayında sadrazam ve vükela
tarafından törenle açılmıştır. Osmanlı Devleti için yeni bir hareket olması sebebiyle de birkaç
gün süreyle de isteyenlerin görebilmesi için halka teşir edilmiştir. 6
Cumhuriyet döneminde ve özellikle 1 temmuz 1926 tarih 765 sayılı Türk Ceza
Kanununun yürürlüğe girmesi ile İnfaz Hukuku tekrardan önem kazanmıştır. Bu kapsamda bir
çok yenilikler ile beraber yeni kanunlar ortaya çıkarılmıştır. İlk olarak ise ceza ve
hapishanelerinin idaresi 1 Haziran 1929 tarihinde İçişleri Bakanlığından alınarak Adalet
Bakanlığına bağlanmıştır. Geçen süreçte bir çok değişiklik yapılmış olmakla birlikte hali hazır
13/12/2004 yılında kabul edilmiş olan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun yürürlüktedir.
Aşağıda İnfaz Hukukunun Türk Hukukundaki tarihi gelişi dönem dönem incelenecektir.
II- İSLAM HUKUKUNDA
Arapça kökenli olan “ ceza “ kelimesi, Arapça’da mükafat veya ceza anlamı olmak üzere
iki manayı kendisinde barındıran bir kelimedir. Türkçede genel anlamıyla bir suç karşılığında
uygulanan bir yaptırım olarak karşımıza çıkmaktadır. Latincede ise kelime karşılığı “ poena “
olan “ azap, elem “ gibi anlamlar taşımaktadır.
Arapça’ da ceza kelimesi anlamına gelen bir çok eş anlamlı kelime bulunmaktadır.
Yapılan araştırmalar neticesinde Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde bu kelimeler
kullanılmaktadır.
Ceza kelimesi, İslam Hukuku kapsamında bir çok eski hukukçu tarafından tasvir
edilmiştir. Bunlardan biri olan eski İslam Hukukçusu Ali İbn Muhammad Mawardi’ye göre ceza
kelimesinin anlamı ise : “ Yasak olan şeylerin yapılmasını ve emredilen şeylerin de terkini
önlemek için Allah Teala’nın koymuş olduğu zecri tedbirler” dir.
İslam hukuku incelendiği zaman cezaların sınıflandırılması suç tiplerine göre yapılmıştır.
Bunun sebebi ise suçları sınıflandırılırken bu suçlara verilecek cezalarında belirtilmesidir. Bu
kapsamda cezalar ise “ had, kısas ve tazir “olarak sınıflandırılmıştır.
Kelime anlamı olarak “ men “ anlamını taşıyan had kelimesi Kur’an-ı Kerimde
belirtilmiş değişmez cezalardır. Gerçekleşen suç neticesinde verilecek olunan ceza miktarı açıkça
belirtilmektedir Bu sebeple de bu tür cezaların uygulanmasında hakimin takdir yetkisi veya
toplumun herhangi bir müdahalesi bulunmamaktadır.
Had cezaları başlıca Allah’a karşı işlenen suçlarda uygulanan yaptırım biçimdir. Bunun
belirlenmesinde rol oynayan faktör ise toplumsal menfaattir. Ancak bazı suçlarda ise kulların
yani kişilerin hakkı söz konusu olmaktadır. Her iki hakkı da bünyesinde barındıran suçlar
hırsızlık ve zina iftirasıdır.
Allah’a karşı işlenmiş olunan hadd suçları ise şunlardır; hırsızlık, zina, şarap içmek veya
sarhoş olmak, birine zina iftirası atmak, yol kesmek ve İslam dinini terk etmektir.
Söz konusu suçların müeyyideleri ise çok ağır olması sebebiyle hakim huzurunda
kanıtlanması çok güç delillere tabi tutulmuştur. Örnek vermek gerekirse zinanın suçunun
ispatlanması için dört erkek şahide ihtiyaç vardır. Bu kişilerin suçu en ince ayrıntısına kadar
anlatması gerekmektedir. Eğer suçun gerçekleşmesi noktasında en ufak bir şüphenin bulunması,
cezanın düşmesine neden olmaktadır. Mahkeme önüne gelen ve hadd cezası gerektiren suçun,
affı yoktur.
Had cezalarının infazı devletin yetkili organına aittir, suçtan zarar gören( mağdur) cezayı
kendiliğinden infaz edemez. 9 Ezcümle, cezaya hükmedecek kişi hakim iken infazda yetkili kişi
infaz memurudur.
İki had cezası verilmişse infaz sırasında birinci ceza infaz edildikten sonra ikinci cezanın
infazına kadar birkaç gün ara verilmesi gerekir.10 Had ve tazir cezaları içtima etse, önce tazir
cezası infaz edilir.
Had cezaları olarak belirtilmiş olunan suç tiplerini kalem kalem inceleyecek olursak eğer;
“ Zinaya yaklaşmayın. Zira o kötü bir iştir ve kötü bir yoldur."
“ Zinâ eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun . “
Zina cezası yukarıda da belirttiğimiz üzere kadın ve erkek için yüz sopa yani celde ile
vurmaktır. Ancak her ne kadar Kur-an’ı Kerim’de bu şekilde belirtilmiş olunsa da Hz.
Peygamber’in uygulamasından kaynaklı olarak evli olan kadın ve erkek için uygulanan ceza
recm olarak tabir edilen taşlayarak öldürmedir.
“ Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah’tan bir ceza olarak ellerini
kesin! Allah daima üstündür, hikmet sahibidir. “
Hırsızlık suçunun cezası için belirtilmiş olunan ceza ise ayette belirtildiği üzere el
kesmedir. Ancak suçun cezası için iki tane şahidin ve hakimin muhakemesi neticesinde suçun
sübut olması gerekmektedir.
İçki içmenin cezası da yine Kur-an’ı Kerim ile yasaklanmıştır. Ancak cezası Kur-an’ı
Kerim’de açıkça belirtilmeyip Hz. Peygamberin uygulaması ile belirlenmiştir. Bu sebeple içki
içen kişiye verilen ceza tam sayısı belli olmamakla beraber celde cezasıdır.
“ Namusla kadınlara ( zina suçu ) atıp da sonra ( bu suçlamalarını ispat için ) dört şahid
getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan
çıkmış kişilerdir.”
Ayette belirtilmiş olunan namuslu olma kavramı ise o dönem koşullarında “ hür olmak,
akıllı ve ergin olmak, Müslüman olmak, iffetli olmak” anlamını taşımaktaydı.
"Allah ve Rasûlüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası,
ancak öldürülmeleri veya asılmaları, yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi ya da
yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise,
onlar için büyük bir azap vardır. Ancak kendilerini yakalamanızdan önce tövbe edenler olursa,
bilin ki, Allah, Gafûr'dur, Rahîmdir, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir."
Belirtilmiş olunan ayette ve söz konusu dönem üzerinde yapılan incelenmeler neticesinde
yol kesme cezası belirli nitelikli hallere göre belirlenmiştir. Bunlar ise şu şekildedir;
- Soygun yapıp, adam öldürmüşse, yol kesici öldürülür ve ibret için asılır.
- Yalnız adam öldürmüş olup, soyguna katılmamış bulunursa, asılmaksızın öldürülür.
- Adam öldürmeksizin, yalnız soygun yapmışsa, çapraz bir şekilde eli ve ayağı kesilir.
- Adam öldürmeden ve soygun da yapmaksızın, yalnız yolda korku ve terör meydana
getirenlere "sürgün cezası" uygulanır.
Sözlük anlamı “ bir suçluya ceza olarak, başkasının yaptığı kötülüğün aynısını verme,
uygulama” anlamına gelen kısas hukuki olarak bir şahsın işlediği suça eşdeğer bir şekilde
cezalandırılması esasına dayanmaktadır. İslam hukuk terimi olarak ise “ kasten yaralama, sakat
bırakma ve öldürme olaylarında suçlunun, işlediği fiile denk bir ceza ile cezalandırılmasıdır. “
şeklinde belirtilmiştir. Kısas cezaları da hadd cezaları gibi Kur-an’ı Kerim’de belirtilmiş olunan
cezalardır.
“Onda (Tevrat'ta) üzerilerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa
kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına
sayarsa o, kendisi için kefaret olur. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta
kendileridir.”
Kısas cezalarında kamu menfaati ihlaline ilişkin bir durum olmayıp sadece ihlal edilen
hak mağdurun hakkıdır. Bu sebeple de şikayete bağlı suçlar olarak tabir edilebilmektedir. Kısas
cezalarında ki menfaat mağdur taraftaki kin ve öfkeyi dindirmektir. Kısas cezasının
hükmedilebilmesi için ise suçun kasten işlenmesi ve bunun sanık tarafından kesin olarak
bilinmesi gerekmektedir. İhtimale dayanılarak kısas yapılamamaktadır. Ayrıca önemle belirtmek
gerekir ki, kısasın uygulanması için belirli şartların mevcut olması gerekmektedir. Bunlardan
bazıları ise şu şekildedir;
- Adam öldüren kişinin reşit olması,
- Mağdurun masum olması,
- Bir organ ancak kendi karşılığındaki bir organ için kısas yapılabilir,
- Hür ve köle arasında kısas uygulanamaz,
Kısas ile cezalandırma eşitlik ilkesine uygun gibi görünse de aslında uygulama da mevcut
bir eşitlik sağlamamaktadır. Durumun en güzel örneği ise “ hür ve köle arasında kısas
uygulanmaz”dır. Bu sebeple de, kısas açıkça eşitlik ilkesine aykırı bir yaptırım şeklidir.
Adam öldürme ve yaralama suçları, daha çok öldürülenin yakınlarını ve / veya yaralananı
ilgilendirdiğinden mağdur tarafa özel bir yetki tanınmış, mahkumiyet hükmü kesinleşmiş olsa
bile onların onayı alınmadan kısasın infazı uygun görülmemiştir.
Yaralanmada kısas infaz edilecekse, yetkili mahkemenin kesinleşmiş mahkumiyet
hükmü20 yanında ve infaz hakimi nezaretinde kısasta uzmanlaşmış biri eliyle infaz yapılır.
Bazı hallerde de kısas düşmektedir. Ezcümle;
- Cezai sorumluluk için kişinin buluğ çağına girmiş olması gerekmektedir. ( Erkekler de
on iki, kadınlarda dokuz) Buluğ çağına girmemiş çocukların işledikleri suçlar, hükmen hata
olarak kabul edilmektedir,
- Akıl hastalığına sahip kişilerin cezai sorumluluğu bulunmamaktadır,
- Kısas konusu olacak organın kaybolması veya kişinin ölmesi durumlarında kısas
düşmektedir.
Kısas cezasının infazı yani uygulanma şekli Maverdi’ye göre belli şartlara tabi
tutulmuştur.
1. “Kısas cezasına hüküm veren hâkim ya da onun vekili infaz anında hazır bulunmalıdır.
2. İnfazın adalete uygun yerine getirildiğini veya infaz anında mahkûma zulmedilmediğini
belgelemek için iki kişinin infaza şahitlik etmesi gerekir.
3. İnfaz anında ihtiyaç duyulduğu anda yardıma koşabilecek birkaç kişinin bulunması gerekir.
4. Mahkûmun, üzerinde Allah hakkı olarak ruhunu teslim etmemesi için, şayet kılmadıysa
üzerine farz olan günün namazını kılması için müsaade edilir.
5. Kul haklarını muhafaza için lehinde ve aleyhinde olan durumları vasiyet etmesi istenir.
6. Günahından tövbe etmesi istenir.
7. Mahkûm kısas mekânına güzelce götürülür. Kötü ve incitici bir şekilde konuşulmaz.
8. İnfaz anında açılmaması için mahkûmun avret yerleri iyice örtülür.
9. İnfazı görmemesi için mahkûmun gözleri bağlanır. Kılıcın tam
boynuna isabet etmesi için mahkûmun boynu yere doğru uzatılır.
10. İnfazda kullanılacak olan kılıç keskin olmalı, kör ve zehirli olmamalıdır.
Kısas cezalarında infaz yetkisi resmi mercilerde değil mağdur taraftadır, kısas
kararını hakim kararı verir, mağdur taraf infaz eder, devlet yalnızca kendi idari mercilerini ilgili mağdur tarafın emrine verir Şeklindeki görüş için bkz. SCHACHT, s.197.
Kısas cezasına hakim hükmeder, mahkumiyet hükmü kesinleşmeden ölüm cezası infaz edilemez. “İslâm
hukukunda mahkemece verilmiş bir hüküm olmadıkça kısas cezasının uygulanmasına yer verilmediği gibi...”
Bir diğer ceza tipi olan tazir ise sözlükte “ engellemek, te’dib etmek; desteklemek, saygı
göstermek” anlamlarını taşımaktadır. Bu ceza tipi had ve kısasta olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de
cezası belli suçlardan değildir. Başka bir deyişle,miktarı ve uygulaması hakime veya yöneticiye
bırakılmış cezalardır. Ancak bu durumu direk hakim ve yöneticinin inisiyatifine bırakılmış olarak
düşünmemek gerekir. Her ne kadar bölge ve çağa göre farklılık arz edebilse de genel kaidelere
ilişkin ayetler ve hadisler ile cezaların niteliği ve sınırları belirlenmektedir.
Tazir suçlarında korunan menfaat kamu yararı yani Allah hakkı ve ferdi hak olarak
farklılık arz etmektedir.
Tazir gerektiren suçlar ise şu şekilde belirtilmiştir;
- Günahlar : İslam Hukuku’nun doğrudan haram kıldığı ve yapılmasını
yasakladığı fiiller,
- Umumun Menfaatleri : Doğrudan doğruya haram kılınmamış ancak nitelikleri
bakımından yasaklanmış fiiller,
- Emirlere Muhalefe : Konulan hükümlere karşı gerçekleştirilen fiillerdir. 26
Başlıca tazir cezaları ise şu şekildedir;
- Ölüm Cezası : Casusluk
- Sopa Cezası : Had uygulamasına engel durumların olması halinde verilir.
- Sürgün Cezası : Sahtekarlık
- Nasihat : Öğütten ibarettir.
- Mahkemeye celp : İtibar zedelemesi
- Kınama : Kadı tarafından
- Tehdit : Kadı tarafından ( sana şu şekilde ceza vereceğim )
- Tecrit : Suçlu ile ilişkiyi kesmek, selam vermemek
- Azl ve Teşhir : Görevden almak, suçu halka ilan etmek
- Mali Cezalar : Farklı görüşler mevcuttur.
- Hapis Cezası : Özgürlüğün kısıtlanması
İslam hukukuna genel anlamıyla bakıldığı zaman görüleceği üzere cezalar daha çok
bedeni cezaları esas almaktadır. Günümüzde esas müeyyide olan hapis cezası ise İslam
hukukunda pek fazla yer bulamamaktadır. Bu sebeple de hapis cezasının infaz edileceği
hapishane olarak tabir edilmiş kamu binası da bulunmamaktadır.
Her ne kadar İslam’ın doğuş tarihinde çok fazla başvurulan bir müeyyide olmasa da
ilerleyen süreçte yavaş yavaş belli koşulların mevcudiyeti ile başvurulan bir ceza tipi haline
gelmiştir. Bazı kaynaklar ise ilk dönemler de hapis cezasının uygulanmasını şu şekilde
belirtilmiştir: “ Hz. Peygamber, borçlarını vermeyenleri, harp esirlerimi ve katilleri veyahut
cinayetten zanlı olanları hapsediyordu. Kettani ve Ali Dede’ye göre ilk tarihlerden itibaren Hz.
Osman zamanına kadar, suçlular kuyularda hapsediliyordu . Peygamber ve dört Halife
zamanında özel bir hapishane yoktu. Mescitler ve dehlizler hapishane olarak kullanılıyordu.
Nitekim, Hz. Peygamber, bir cinayet suçlusu olan Sumame bin Üsale’yi mescidin duvarlarına
bağlamıştır. Tay kabilesinde Hatem’in kızı Sufine, mescitte kadınlara mahsus bir odaya
hapsedilmişti. Hz. Peygamber, Beni Kurayza Yahudilerinden esir aldıkları kimseleri Haris’in
kızının evine hapsetmiştir.” 27 Açıkça görüleceği üzere İslam Hukukunun başlangıcında hapis
cezası geçici bir müeyyide şeklinde görülmüştür.
Hz. Ömer döneminde nüfusun artması ile suç oranları da artış göstermiştir. Bununla
birlikte hapis cezası yaptırımı uygulanacak suç türü her ne kadar az olsa da uygulanabilmesi için
özel bir yere ihtiyaç duyulmuştur. Hz. Ömer’de bu ihtiyaca yönelik olarak bir ev satın alarak
hapishaneye dönüştürmüştür. Ancak İslam'da, hapishane olarak kullanılmak üzere özel bir binayı
ise ilk defa Hz. Ali yaptırmıştır. Hz. Ali, Nafi ismi verilen bu hapishaneden hırsızların kolay
kaçmaları üzerine, Mehis isminde daha güvenli bir hapishane yaptırmıştır. Hz. Ali, Kufe kadısı
Şureyh, Mısır kadısı Hayr bin Nu’aym borçluları hapsediyorlardı.
Her ne kadar tazir cezası olarak belirtilmiş olunsa da hapis cezası uygulama da
mahkumiyet amaçlı değil daha çok tedbir amaçlı yani gözaltı olarak başvurulan bir yol olmuştur.
Bu sebeple de bireylerin tutuldukları yerler, hürriyeti bağlayıcı cezanın infaz edildiği yer olarak
düşünülemeyeceği için hapishane olarak nitelendirmek doğru olmayacaktır.
III- OSMANLI DEVLETİNDE,
Türk hukukunda “ infaz”, “ yerine getirme “ ve “ cezanın çektirilmesi” olarak
adlandırılan kurumdur.
Osmanlı Devleti’nde diğer bir çok alanda olduğu infaz hukukunda, aslen ceza Hukuku
alanında esas itibariyle İslam hukuku uygulanmaktadır. Ancak zamanla, bir çok faktörün etkisi
ile uygulamalarda farklılıklar arz etmiştir.
Osmanlı Devleti’nde cezalar bir bütün olarak değerlendirilmiştir. Yani örfi ve şeri ceza
hukuku ayrımı olmadığı gibi cezaların içerisinde bir derecelendirme de mevcut değildir. Ancak
uygulama da görüleceği üzere belli cezaların sonucu kişiler üzerinde diğer cezalara göre çok
daha etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti'nde uygulanan başlıca cezalar şunlardır: kürek cezası, dağlama, sürgün,
teşhir, para cezası, kalebentlik 30, idam, hapis, organ kesme gibi örnekler verilebilir. Her ne
kadar cezalarda ayrım yapılmadığı belirtilmiş olunsa da yukarıda belirtilmiş olunduğu gibi bazı
cezaların sonuçları diğerlerine göre daha ağırdır. Bu sebeple de ağır ve hafif ceza ayrımı
yapılarak incelenmesi daha doğru olacaktır.
Hafif cezalara örnek olarak dayak cezası, memurluk yerlerinin değiştirilmesi, azil
verilebilir.
Ağır cezaların en başında ise idam gelmektedir. Yine aynı şekilde organ kesme, kürek,
sürgün ağır cezalardandır. Bu tür cezaların infazı gerçekleştikten sonra geri dönüşü mümkün
değildir. Bu sebeple de hakim bu cezalara hükmederken özel şartların varlığını aramaktadır.
Suçun ispatı tereddütte yer vermeyecek şekilde gerçekleşmesi gerekmektedir. İslam hukukunda
belirtilmiş olunan had cezalarının uygulama biçimi olarak düşünülebilinir.
Osmanlı Devleti’nde idam cezaları iki kısma ayrılmaktadır. Birincisi; hakim tarafından
İslam hukukuna veya Osmanlı kanunlarına göre verilmektedir. Bu tür ceza için ayrıca padişahın
da onayı gerekmekteydi. İkincisi ise herhangi bir karar verilmeden padişah emri ile verilen
cezalardır. Padişah emri ile verilen idam cezası herhangi bir şekle tabi tutulmamıştır. Bu sebeple
de çoğu zaman işkence ile yani kazığa çakmak, çengele asmak, çarmıha germek gibi yollar ile
uygulanmıştır. ( Siyaseten Katl30 )
Ağır cezalardan biri de hapis cezalarıdır. Hapis cezaları İslam hukukunda tazir cezaları
olarak belirtilmiştir. Yani sınırları ve uygulama biçimi Kur’an-ı Kerim’de belirtilen cezalar
içerisinde yer almamaktadır. Bu sebeple de bu cezanın uygulama biçimi ve sınırlarını belirleme
de takdir yetkisi padişahtadır. İslam hukukunda çok fazla uygulama alanı bulmayan hapis cezası
yine aynı şekilde Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde başvurulan bir ceza tipi değildir.
Uygulama da daha çok ta’zir ve para cezalarına ilaveten uygulanmıştır.
Kanunname ve adaletnamelerde yargı kararı olmadan kimsenin cezalandırılmaması, ehl-i
örfün suçluya ceza uygulayabilmesi için kadıdan suçun hukuken sabit olduğunu gösteren bir
belge almak zorunda olduğu sıkça vurgulanır.31 Ağır suçlar için XVI. yüzyıldan itibaren kürek,
XVIII. yüzyıldan itibaren de kalebentlik cezası bir çeşit hapis-sürgün karışımı olarak belirli
ölçüde uygulanmıştır.
Hapis cezaları, sürgün cezaları, tazirin diğer çeşitleri ve siyaset cezaları, sadrazam
tarafından infaz edilmekteydi. Para cezaları ( cürm-ü cinayet) ve benzeri küçük cezalar ise,
mahalli idarelerdeki mülki amirlerce infaz edilirdi.
Osmanlı Devleti’ndeki tüm cezaların infazı halinde mahkum eğer hamile, akıl hastası
veya sarhoş ise mevcut durumun ortadan kalması beklenmektedir. Ayrıca cezaların hadd
cezalarının infazı sırasında havanın çok sıcak ve soğuk olmaması da dikkate alınan hususlardan
biridir.
Osmanlı Devleti’nde esas uygulanan hukukun İslam Hukuku olduğunu yukarı da
belirtilmiştir. İslam hukukunda ise cezalar “ hadd, tazir ve kısas “ olarak sınıflandırılmaktadır.
Hadd cezaları, Kur-an’ı Kerim’de sayılmış ve ceza sınırları belirlenmiş olunan cezalardır.
Bu cezalar; hırsızlık, zina, şarap içmek veya sarhoş olmak, birina zina iftirası atmak, yol kesmek
ve İslam dinini terk etmektir. Osmanlı Devleti’ndeki bu cezaların infazı ise kalem kalem aşağıda
belirtilmiştir;
Hırsızlık suçu neticesinde suçu işleyene verilecek olunan ceza elin kesilmesidir. İslam
Hukukçuların bir çoğu, sağ elin bilekten kesilmesini konusunda görüş birliği içerisindedir. Ancak
bazı hukukçular ise sağ kolun omuzdan kesilmesi gerektiğini düşünmektedir. El kesme cezasının,
uzman bir kişi tarafından gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ezcümle, infazı gerçekleştiren kişinin
ceza sınırını aşmadan infazı yerine getirmesi gerekmektedir. İnfaz gerçekleşirken kullanılan
aletin keskin olması gerekmekte olup sanığın acı çekmesi önlenmelidir.
Zina suçunda verilen ceza sanığın medeni durumuna göre farklılık arz etmektedir. Bekar
bir kişinin suçu işlemesi halinde verilecek olunan ceza 100 kırbaç ( celde) iken evli kişiye
verilecek olunan ceza recmdir. Celde cezasının infaz anında belirli koşulların yerinde olması
gerekmektedir. Bunlar; kırbacın kalın olmaması, düz ve budaksız olması; infaz eden kişi kolunu,
omzundan arkasına geçirmemelidir. İnfaz esnasında özel bölgelere ile baş, yüz karın gibi yerlere
vurulmaması gerekmektedir.
Osmanlı devletinde ise zina suçunun tam olarak gerçekleşmemiş olması halinde verilen
ceza ise teşhir yaptırımıdır. Örneğin ;” Bir şer’iye sicilinde fahişelik suçundan mahkemeye
çıkarılan kadının, daha öncesinde mahkeme kararıyla zina suçu sebebiyle eşeğe bindirilip
insanlara ibret olsun diye çarşıda dolaştırılmıştır.” 34
Recm cezası ise uygulanan kişinin öldürülene kadar taşlanmasıdır.
Şarap içmek veya sarhoş olmak suçunda verilecek olunan ceza Kur’an-ı Kerim’de
belirtilmemiştir. Ancak Hz. Peygamber 40 kırbaç ceza verildiği görüşü mevcuttur.
Zina iftirası atmak suçunda verilen ceza 80 kırbaş cezasıdır.
Yol kesmek suçunda verilen suçun niteliğine göre farklılık arz etmektedir. Kişiye ölüm
cezası verilebileceği organ kesme veya sürgün cezaları ile birlikte teşir cezası da
uygulanmaktaydı.
Dinden dönme yani irtidat suçunda verilecek olunan ceza kişi erkek ise ölüm cezası iken
kadın ise Müslüman olana dek hapsedilmesidir.
Hapis, şüpheli veya sanığın yargı kararı ile bir yere kapatılarak hürriyetinin kısıtlanması
anlamına gelse de Osmanlı Devletinde bu uygulama daha çok bir ceza olarak değil, failin hüküm
giyip cezasının belirlendiği zamana kadar tutulma işlemi olarak uygulanmıştır. Bunun
uygulandığı yer anlamına gelen” mahpes “ her hangi bir yer olabilirdi Mahpes olarak kullanılan
yerler, genellikle tersane, kale ve zindanlardır. Farsça kökenli olan zindan kelimesi “ karanlık ve
sıkıntı verici yer “ anlamına gelmektedir. Osmanlı Devleti’nde de zindan olarak kullanılan yerler
surlar olduğu için karanlık ve nemli yerlerdir. Yedikule, Baba Cafer ve Tersane zindanları,
İstanbul’da yaygın olarak kullanılan zindanlardı.35 Zindanlar sadece İstanbul’da olmayıp İstanbul
dışında da br çok kale burçları zindan olarak kullanılmaktaydı. Bunlardan bazıları ise Manyas,
Cide, Kastamonu, Kars, Zara, Vizköprü’dür.
Baba Cafer Zindanı 19’uncu yüzyıldan önce kullanılan önemli zindanlardan biridir. Bu
zindan İstanbul surlarında, Yemiş iskelesi civarlarında “ Zindankapı” olarak adlandırılan kısımda
yer almaktadır. Zindan çeşitli bölmelere sahipti. Bu bölmelerden biri yer altında bulunan ve ağır
ceza mahkumlarının kapatıldığı veya idam edildiği “ Kanlıkuyu” isimli zindandır. Söz konusu
zindan günümüzde Genç Osman Kulesinde bulunmaktadır.
1831 yılında İstanbul zindanları kaldırıldı ancak İstanbul dışında bulunan zindanların
kullanılmasına devam edildi. 1871 yılında da Sultanahmet’te İbrahim Paşa Sarayının36 bir
bölümünde Hapishane-i Umumi kurulmuştur.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında tazir cezası olan
hapis cezası padişah veya vekilinin tayin ettiği cezaya göre çektiriliyordu. Ancak Tazminatla
kabul edilen 1256 ( 1840 ) tarihli Kanun-ı Ceza, 1267 ( 1850 ) tarihli Kanun-ı Cedit ve 1274
( 1858 ) Ceza Kanunname-i Hümayun ile hapis cezası hürriyeti bağlayıcı ceza olarak kabul
edilmiştir.
Tazminatla birlikte ölüm cezasının uygulanacağı suç tipleri de geniş tutulmamış sadece
devlete isyana yönelik isyanda verilebileceği öngörülmüştür. Bu suçu işleyenlere “ siyaseten
katl” olunabileceği belirtilmiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminden sonra siyaseten katl kişilerin
çıkarlarına göre uygulanmış, bir çok masum kişinin bu sebeple de hayatını kaybetmesine
sebebiyet vermiştir.
1267 ( 1850 ) tarihli Kanun-ı Ceditte tek başına hapis cezasına pek yer verilmemiştir.
Ancak, diğer suçlar kapsamında verilecek kürek ve pranga cezalarının artış göstermesi ile bu
kişilerin cezalarının infaz edilmesine kadar geçen süreçte barınmaları için mahpese ihtiyaç
artmıştır. Hapis cezasının tek başına verilebileceği suçlar ise, kız kaçırmak, birbirini yaralamak,
bakkallık,kasaplık, fırıncılık gibi ticarette ağırlıktan çalmak ya da mallarını belirlenmiş narhtan
pahalıya satmaktan ibaretti.
1274 ( 1858 ) Ceza Kanunname-i Hümayün ile kürek cezası, hapis cezası ve kalebentlik
hürriyeti bağlayıcı ceza olarak kabul edildi. Kalebentlik, devletçe saptanan kalelerin birinde
ömür boyu veya bir süre tutulma iken hapis cezaları daha hafif suçlar için devlet hapishanesinde,
hüküm giyilen süre boyunca tutulma cezası olarak ön görülmüştür.
Cezaevlerinin kötü koşulları ise Islahat Fermanı ile düzenlenmeye başlanmıştır. Islahat
Fermanında bu durum şu şekilde belirtilmiştir: “ İnsan haklarını adaletle bağdaştırmak için,
kendilerinden kuşkulanılan kişilerin ya da cezalıların, hükümlü veya tutuklu olarak bulundukları
bütün hapishanelerde ve öteki tutukevlerinde, tutukluluk koşullarının olabildiğince kısa bir
sürede düzeltilmesine başlanmalıdır ve cezaevlerinde devlet tarafından konulmuş disiplin
kurallarına uygun olan işlemler dışında, bedensel ceza, eziyet ve işkenceye benzer eylemler de
tümüyle kaldırılmalıdır; bundan başka uygulanacak sert davranışlar yasak olup, yapanlar,
cezalandırılacağı gibi, böyle davranışlarda bulunulmasını emreden görevliler ile bu eylemleri
yapan kişilerin de, ceza yasası uyarınca görev yerleri değiştirilip, kendileri cezalandırılmalıdır. “
1879’ Hukuk ve Ceza Usul kanunları hazırlandığı esnada hapishanelerin durumu ile ilgili
gerekli tedbirlerin alınması için mazbata hazırlanmıştır. Bu mazbataya göre hapishaneler:
“Kabahat işleyenler 24 saatten 1 haftaya kadar, cünha işleyenler 1 haftadan 6 aya veya 6 aydan
üç seneye kadar hapsedilecekleri iki ayrı tür ve cinayet işleyenler de 3-15 yıl veya müebbeden
küreğe konanlara mahsus olan iki ayrı tür hapishanelerde cezalarını çekeceklerdir. Kadın ve
erkek hapishaneleri ayrı ayrı olacaktır”. “ Beyoğlu, Galata, Beşiktaş, Yeniköy, Üsküdar, Kanlıca
zaptiye merkezleri ile, Babıali, Bab-ı askeri, Tersane ve Tophane hapishaneleri tevkifhane olarak
adlandırılacak ve kullanılacaktır. Bu tevkifhanelerde kimse 24 saatten fazla tutulmayıp, Bab-ı
Zabtiye’ye gönderilecektir. “ Verilen mazbaata belirtilen hususlar ile birlikte 1880 yılında”
Tevkifhane ve Hapishanelerin İdarelerine Dair Nizamname” ile “ Hapishane Gardiyanları
Hakkında Talimatname “ yürürlüğe girmiştir. II. Abdülhamid döneminde her eyalet ve şehir
merkezinde ve bir çok kazada hapishane açılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde hapishanelerin durumu ne kadar kötü olsa da hükümlü veya
tutukluya tanınmış olunan belli haklar mevcuttur:
Tutukevi ve cezaevi ayrı ayrı olmalıdır.
Hükümlü veya tutuklunun eşi haricinde yakınları ile de görüşmesine izin verilmiştir.
Ancak ziyaret soruşturmaya zarar verecek nitelikte ise bu hak kısıtlanabilmektedir. Osmanlı
Devleti’nde ziyaret ve mektuplaşmanın sınırlandırıldığına dair örnekler mevcuttur.
“Rodos kadısına ve dizdarına hüküm ki; Rodos’a irsal olan Kırım Han’ın iç kalede habs
olunmasın emredip buyurdum ki; emrim üzere mezkuru iç kalede habs eyleyip kendi
adamlarından gayrı bir ferdi buluşturmayasın. Eğer onun gibi hariçten gelip mektup sunarlarsa
kendileri tutup habs edip sunduğu kağıtları bir keseye koyup mühürleyip mezbur ile Südde-i
Saadetime gönderesin. Emri şerifime mugayir kimseyi buluşturmayasın.”
Evli olan hükümlü veya tutuklulunun eşi ile cinsel temasına izin verilmesi konusunda
İslam Hukukçuları arasında görüş ayrılıkları mevcuttur. Bazı hukukçular asli ihtiyaç olarak
nitelendirdiği için gerekli olduğunu, bazıları ise asli ihtiyaç olmadığı için gerekli olmadığını
beyan etmişlerdir.
Hükümlü ve tutuklunun yiyecek, giyecek, tedavi masrafları gibi giderleri devlet
tarafından karşılanmaktadır. İhtiyaç halinde hükümlü yakınlarına da maaş bağlandığı
belirtilmiştir.
Hükümlü veya tutuklunun vefat etmesi halinde dini merasim masrafları yakınları
tarafından karşılanmaz ise devlet hazinesinde karşılanacağı belirtilmiştir.
Hükümlü veya tutuklunun hastalanması halinde ilk öncelik ceza veya tutukevinde,
yapılamaz ise dışarı da bir kurumda tedavi ettirilmesi gerekmektedir.
“Anadolu kadılarına hüküm ki: Darende Yorgi nam zimmi gelip nefs-i İzmir’de kefere
kethüdası olup sene-i sabıkada donanma-yı hümayunum ol canibe vardıkta, kaptanım kürekte
olan mücrimlerden on üç nefer kimesneyi mariz olmağın kendüye tımar etmek için teslim olunup
mezburlar ifakat bulup habs olunmuşlar iken bir gece mahbesi bozup gaybet ettiklerinde
müşarünileyh avdet edip gelip zikrolunan mücrimleri talep edip gaybet etmiş bulunmağın
kendüye bulmak teklif edip kefile verdiğin arz etmeğin buyurdum ki... ele getirip yarar adamlara
koşup gönderip küreğe konmak için Rodos Beyine teslim ettiresin... “
İnfaz esnasında akıl hastalığına yakalanan kişinin infazı durdurulmaktadır.
Hükümlü kendi rızası olsa bile tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamamaktadır.
Hükümlüye işkence yapmak yasaktır.
Söz konusu hükümlülük sıfatı ise belli şekillerde sona ermektedir. Bu durumlar ise
şunlardır:
Bihakkın tahliyesi veya şartlı salıverilme hali ile sona erme. Süreli hapis cezalarında belli
bir süre geçtikten sonra mahpusun iyi hali görülür ve asgari süre çekilmiş olursa şartla tahliye
imkanı mevcuttur. 44 Süreli hapisin sürenin dolması, önleme hapsinde tehlike halinin sona
ermesi, borçtan dolayı hapiste ise ödeme veya aciz halinin anlaşılması bihakkın tahliye
örnekleri olarak gösterilebilir. İyi hal kararı verilenler, infaz memurları tarafından salıverilir.
Akıl hastalığı, genel veya özel af, şikayetten vazgeçme, hapis cezasının başka bir cezaya
çevrilmesi sona erdiren genel sebeplerdir.
Firar eden kişilerin asla salıverilmeyeceği belirtilmiştir. Mükerrer suçların salıverilmesi
ise Padişah iznine bağlanmıştır.
IV- CUMHURİYET DÖNEMİNDE
1911 yılında Dahiliye Nezareti’ne bağlı Hapishaneler Müdiriyeti’nin kurulması ise ceza
infaz kurumlarının merkezi bir idare altına alınması için ilk adımlar atılmıştır. 1 Temmuz
1926’da 765 sayılı Türk Ceza Kanunun yürürlüğe girmesi ile İnfaz Hukuku tekrardan gündeme
gelmiş ve bazı düzenlemeler yapılmıştır. Yapılan ilk düzenleme ise 1 Temmuz 1929 tarihinde
ceza ve tutukevlerinin idaresi İçişleri Bakanlığı’ndan Adalet Bakanlığına bağlanmıştır. 765
sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bakanlıkça yol, maden ve inşaat ekipleri oluşturulabileceği; belli
kurumlarda çalıştırılabilecekleri belirtilmiştir.
765 sayılı TCK’nın 11. maddesinde cürümlere mahsus cezalar şunlardır: “ Ağır hapis,
Hapis, Sürgün, Ağır cezayı nakdi, Hidematı ammeden memnuiyet47” ; kabahatlara için verilen
cezalar ise “ Hafif hapis, Hafif cezayı nakdi, Muayyen bir meslek ve sanatın tatili icrası”
şeklindedir. Bu cezalardan hürriyeti bağlayıcı olanlar ise “ Ağır hapis, hapis, sürgün ve hafif
hapis “ cezalarıdır.
Ağır hapis cezası TCK’nın 13. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre ağır hapis cezası “
Ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve muvakkat48”tır. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve
müebbet ağır hapis cezası hükümlünün hayatı boyunca devam eder. Muvakkat ağır hapis cezası
ise 1 seneden 24 seneye kadardır.
Maddenin ilk halinde iki dereceli bir infaz sistemi kabul edilmişti. Buna göre birinci
aşamasında hükümlü 3 yıldan fazla olmamak koşulu ile cezanın 1/6’sını tek başına bir hücrede
geçirmektedir. İkinci aşamada ise hükümlü kalan sürede geceleri yine hücrede geçirmekte,
gündüzleri de diğer mahkumlarla konuşmamak kaydı ile çalıştırılmaktaydı.
Kanun maddesinde 08/06/1933 tarih ve 2275 sayılı Kanun, 11/6/1936 tarih ve 3038 sayılı
Kanun, 03/02/1937 tarih ve 3112 sayılı Kanun ile değişiklikler yapılmıştır. En son ise
09/07/1953 tarih ve 6123 sayılı kanun ile TCK m. 13’te değişiklik yapılmıştır.
Mahpusun ıslah olduğu ve bir daha suç işlemeyeceğine dair komşularının beyanda bulunması, gerektiğinde
onun ihzarına kefil olmalarıyla tahliye edilmesi, tahliye sırasında bir daha suç işlemesi halinde daha ağır bir
ceza ile cezalandırılacağı ihtarını içeren belge şöyledir: “Narh-ı ruzi ile eşyalarını füruht etmeyip huşunetle
muamele edip ibadullahı ızrarları teşekki birle ... hapsine verilip ... tediben 18 günden beri Boğazkesen
Kalesine vaz olunmuştu... mezbur Ömer için fima ba’d salahı zahirdir ve şimdiden sonra taraf-ı Şer’i Şeriften
verilen narh-ı ruziye kendisi ve ademisi itaat ve ibadullahı ızrardan mücanebet etmek üzere müteahhittir deyu haber verdiklerinden maada eğer bir daha hilaf-ı taahhüt zuhur ederse nefsine ve hin-i mutalebede ihzarına
kefiliz deyu kefaletleri tescil olunmakla ba’de’l-yevm yine adem-i itaati zahir olursa Seddülbahir Kalesinde
müddet-i medide hapsolunmak şartıyla ıtlakına müsaade...
09/07/1953 tarih ve 6123 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile ağır hapis cezasının infazı
3 dereceli sisteme tabi tutulmuştur. Buna göre mahkum birinci aşamada cezasının onda birini
yalnız olarak bir hücrede geçirmektedir. Bu süre 1 aydan az ve 8 aydan fazla olmamaktadır.
İkinci aşamada hükümlü durumuna ve suçun mahiyetine göre ayrı gruplar halinde
bulundurulmakta idi. Bu süre hükümlünün hücrede kaldığı süre çıkarıldıktan sonra geriye kalan
sürenin yarısıdır. Üçüncü aşamada ise, iyi hal şartı göstermek şartı ile hükümlü gündüz Adliye
Vekaleti, ziraat, deniz avcılığı, yol, inşaat, maden ve orman gibi sahalarda çalışmakta akşamları
da cezaevine getirilmektedir. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar ve kalan cezası bir
seneden az kalanlar ve yaş veya bedeni ile üçüncü devreye uyum sağlayamayacak kişiler üçüncü
aşamaya geçemeyeceklerdir.
Üçüncü aşamasının ağır hapiste yarısını, hapis veya hafif hapiste üçte birini iyi halle
geçiren kişiler tahliye talebi hakkı kazanmaktadır. İkinci aşamada bulunan ise ağır cezasını
yarısını, hapis ve hafif hapis cezasında üçte birini iyi halle geçirdikleri zaman tahliye
hükümlerinden yararlanabilmektedir. Bu durumda hükümlü şartla tahliye edilerek belli şartlara
tabi tutulmaktadır.
Şartla salıverilmiş olunan hükümlü, geri kalan sürede kasten işlenmiş bir suç neticesinde
hapis cezası alırsa veya şartları yerine getirmezse, şartla salıverilme kararı geri alınmaktadır.
Suçun işlendiği tarihten sonrası kısım ceza süresinden mahsup edilmeyerek aynen
çektirilmektedir. Ayrıca kişi tekrardan şartla salıverilmeden yararlanamamaktadır.
Hapis cezası49 7 günden 24 seneye kadardır. Geceli gündüzlü bağımsız hapis dönemi
bulunmamaktadır.
Hafif hapis cezası50 ise 1 günden iki seneye kadardır. Bu cezalar para cezasına
çevrilebilmektedir. Cezası süresi bir aydan fazla ve mükerrer olmayan kadın ve küçüklerin
cezalarının oturdukları yerde çektirilmesine karar verilebilmektedir. Hapis cezası alan
hükümlüye bazı imalathanelerde veya nafia51 ve belediye işlerinden çalıştırılmak üzere cezası
çektirilebilmektedir.
Hafif para cezası, onbeşmilyonliradan birmilyarbeşyüzmilyonliraya kadar
belirlenebilmektedir. Meblağının devlet hazinesine ödenmesi ile ceza infaz edilmiş kabul
edilmektedir.
Sürgün cezası ilk şeklinde müebbet ve süreli ( altı ay- beş sene )olmak üzere ikiye
ayrılmaktaydı. 1936 yılında yapılan değişiklik ile müebbet hapis cezası kaldırılmış, süreli sürgün
cezası sınırı ise bir yıl ila beş sene olarak belirlenmiştir. Kişi üç yerden asgari uzaklık sınırı ile
yerin tayini hakimin takdirine bırakılmıştır. Hükümlü, sürgün edileceği yere varıncaya kadar ki
tutuklu kaldığı her bir gün için üç gün olarak hesap edilerek sürgün cezası süresinden mahsup
edilmekteydi. Hükümlü sürüldüğü şehir veya kasabada tamamen serbest olup, sürüldüğü yere
ailesini götürebildiği gibi, orada ticaret de yapabilirdi. 52 Kanun madde 13/07/1965 tarih 647
geçici 2. madde ile mülga edilmiştir.
Yapılan değişikliklerle 01/10/1936’da iş esaslı İmralı adasında ilk cezaevi açılmıştır. 3408
sayılı ve 06/06/1938 tarihli Kanun ile Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1941
yılında Ceza ve Tevkif Evleri Nizamnamesi, 1943 yılında ise Ceza ve Tevkif Evleri Genel
Müdürlüğü Teşkilatı Kanunu çıkarılmıştır.1945 yılında Dalaman’da ve 1948 yılında Edirne’de
iş esaslı açık tarım cezaevleri inşa edilmiştir.
Ağır hapis cezasının ilk aşamasının geçirilmesi gereken hücre hapsi, yeterli hücre hapsi
bulunmaması neticesinde tam anlamıyla uygulama alanı bulamamıştır. Bu sebeple de, Ceza ve
Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün göndermiş olduğu genelge ile hücre hapis cezasının “ hücre
adedi ihtiyacı karşılayacak miktarda inşa edilinceye kadar alelıtlak müebbet hapisle en ağır hapis
cezasına mahkum olandan başlanmak ve aşağı doğru inilmek suretiyle infaz...” edileceğini; “ cez
miktarı müsavi olan mahkumlardan mükerrerler ve haklarında içtima hükmü tatbik edilenlerin
öne alınacağı” bildirilmiştir.
Hapis cezasının amaçları genel itibariyle suç işlenmesinin önlenmesi, toplumun
korunması ve kişinin ıslah edilmesidir. Ancak hücre hapis cezası hükümlünün ıslah edilmesini
açıkça engellemektedir. 647 sayılı CİK’in gerekçesinde bu durum şu şekilde belirtilmiştir: “
Sekiz aya kadar verilebilecek hücre müddetinde, kendi başına terk ve tecrit edilen hükümlünün
devamlı suçunu düşünmesi veya mizacına göre, yaptığı ile iftihar etmesi yahut da sorumluluğu
topluma yüklemek gibi değişik ruh haletlerine kapılması ve özellikle pişmanlık yerine isyan
hissini durması, hücre sistemini ıslah prensipleri ile bağdaştıramamıştır. “ “ Böyle bir ruh
haletinin tretman için hiç de müsait bir zemin teşkil etmediği aşikardır.”
SONUÇ
Mahkemelerce verilen ve kesinleşen ceza ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi ile
ilgilenen hukuk dalı olan infaz hukuku her toplumda olduğu gibi ülkemizde de dönemin
koşullarına göre değişiklikler göstererek günümüzdeki halini almıştır.
İslam Hukuku döneminde cezalar “ hadd, kısas ve tazir “ olarak sınıflandırılmaktaydı.
Hadd suçu ,Allah hakkına yani kamu haklarına karşı işlendiği var sayılan ve cezası
Kur’an-ı Kerim belirtilmiş olunan suçlardır.
Kısas suçu, kişiye karşı işlenmiş bir suçun işlediği suça eş değer şekilde
cezalandırılmasını esas alan, Kur-an’ı Kerim’de belirtilmiş sayılan suçlardır.
Tazir cezası, suç sayıldığı halde cezaları tespit edilmemiş olan, Allah’a veya kişiye karşı
işlenen suçlarda verilen cezalardır.
Osmanlı Devleti’nde de İnfaz Hukukunda esas olan İslam Hukuku idi. Devletin ilk
dönemlerin İslam Hukuku birebir uygulama alanı bulurken, devletin yıkılışına doğru geçen
süreçte dış faktörlerden etkilenerek bir değişim yaşamıştır. İslam Hukukunda çok fazla uygulama
alanı bulmayan hapis cezası önem kazanmaya başlamış, hapishaneler inşa edilmiştir.
Tazminat dönemi , Osmanlı Devlet’inde İnfaz Hukuku açısında önemli bir noktadır.
Islahat Fermanı ile de cezaevlerinin kötü koşullarına ilişkin düzenlenmeler yapılmıştır.
1871 yılının Ocak ayında ilk hapishane olan “ hapishane-i umumi “ açılmıştır.
Cumhuriyet döneminde ise 1911 yılında Dahiliye Nezareti’ne bağlı Hapishaneler
Müdiriyeti’nin kurulması ile ceza infaz kurumlarının merkezi bir idare altına alınması için ilk
adımlar atılmıştır.
1 Temmuz 1926’da 765 sayılı Türk Ceza Kanunun yürürlüğe girmiş ve İnfaz hukuku
açısından düzenlemeler yapılmıştır.
Yapılan ilk düzenleme ise 1 Temmuz 1929 tarihinde ceza ve tutukevlerinin idaresi İçişleri
Bakanlığı’ndan Adalet Bakanlığına bağlanmasıdır.
Cumhuriyet döneminde, İslam Hukukunda mevcut cezalar bırakılarak daha çok modern
ceza tiplerine yönelme gerçekleşmiştir. Bunlardan en önemlisi de tabi ki daha çok uygulama
alanı bulan hapis cezasıdır.
Bu dönemde iş esaslı hapishaneler açılmış, ilk olarak da 01/10/1936’da İmralı adasında
ilk cezaevi açılmıştır.
Sonuç olarak, İnfaz Hukuku mevcut şeklini alana kadar çok uzun ve zorlu bir süreçten
geçmiştir. Bu çalışmada İnfaz Hukukunun gelişimindeki sürece ilişkin önemli unsurlar
değerlendirilerek günümüzdeki şeklini nasıl aldığı anlatılmaya çalışılmıştır.
KAYNAKÇA
AVCI, Mustafa ( 2004 ), “ Osmanlı İnfaz Hukukundaki Gelişmelere Genel Bir Bakış “, Selçuk
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, s 3-4 : s. 87- 159
DEMİBAŞ,Timur ( 2019 ), İnfaz Hukuku, Ankara: Seçkin Hukuku
KÖROĞLU, Mehmet (2011), “ Hukuk Tarihi Açısından Ölüm Cezası Ve İnfaz Şekilleri”, İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 17 : s. 309-322.
ÖZGÜR, Mustafa, ( 2019 ), İslam Hukukunda İnfaz, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, doktora tezi.
ÖZTÜRK, Sevcan ( 2014), XIX. Yüzyıl Osmanlı Ceza Sisteminde Dönüşüm: Zindandan
Hapishane Geçiş, Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
YAKUT, Esra ( 2006 ), “ Tazminat Dönemi’ne Kadar Osmanlı Hukuku’nda Taziri Gerektiren
Suçlar ve Cezaları”, Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları Dergisi, sy 2 : s. 25-40.
“ Türkiye Ceza İnfaz Kurumları Tarihçesi Araştırma Projesi “,
http://www.cte.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/turkiye-ceza-infaz-kurumlari-tarihcesi-arastirmaprojesi
Comments